YAZARLARIMIZ
Muhsin Koçak
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
kocak@hotmail.com



Ödenmeyen Sigorta Primleri Gider Olarak Yazılabilir

GİRİŞ

 

Bilindiği üzere 506 sayılı SSK unun 3917 sayılı yasa ile değişik 80 maddesinde “İşveren, bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu Kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarlarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar Kuruma ödemeye mecburdur.”  Ve yine aynı maddenin üçüncü paragrafında  “Kuruma fiilen ödenmeyen prim tutarları Gelir ve Kurumlar Vergisi uygulamasında gider yazılamaz” hükmü yer almaktadır. Bu kanun maddesine istinaden maliye bakanlığınca 193 sayılı GVK unun 174 sayılı gelir vergisi genel tebliği ile ödenmemiş primlerin ticari kazancın tespitinde gider olarak kabul edilmeyeceğini açıklanmıştır anılan genel tebliğin C bölümünde  “ ……. Öte yandan, Gelir Vergisi Kanununun 40 ıncı maddesinin 2 numaralı bendinde, ticari kazancın tespitinde, işverenlerce hizmet erbabı için ödenen SSK primlerini gider olarak indirileceği hükme bağlanmıştır.

Bu hükümlere göre, SSK priminin gider olarak dikkate alınabilmesi için, bu primlerin Sosyal Sigortalar Kurumuna fiilen ödenmiş olması gerekmektedir. Bu nedenle, sigorta primleri, dönemine ve ait olduğu yıla bakılmaksızın fiilen ödendiği tarihte gider yazılacaktır.

Ancak, 506 sayılı Kanunun 80 inci maddesindeki hüküm gereği bir aya ait sigorta primleri ertesi ayın sonuna kadar ödenebileceğinden, Aralık ayına ait olan sigorta primlerinin ertesi yılın Ocak ayı içinde ödenmesi durumunda bu primler Aralık ayının gideri olarak dikkate alınabilecektir.” Şeklinde açıklamış bulunmakla, GVK nun 1 maddesi hükmüne ve ruhuna aykırı bir anlayış doğurmuştur. Bilindiği üzere GVK 1 maddesinde  Gelir, bir gerçek kişinin bir takvim yılı içinde elde ettiği, kazanç ve iratların safi tutrıdır “ şeklinde hüküm yer almaktadır. Kanunun bu madde hükmünde de anlaşılacağı gibi,  kazancın yani vergiye matrah teşkil eden gelirin safi, her türlü gider ve harcamaların düşülmesinden sonra kalan net bir miktarın olması gerekmektedir. Bu hem gelirin dönemsellik ilkesi ve hem de kanunun bu maddesinin amir bir hükmüdür. Yine 213 sayılı VUK nunun 3 maddesinde “Vergi kanunları lafzı ve ruhu ile hüküm ifade eder. Lafzın açık olmadığı hallerde vergi kanunlarının hükümleri, konuluşundaki maksat, hükümlerin kanunun yapısındaki yeri ve diğer maddelerle olan bağlantısı göz önünde tutularak uygulanır.” Şeklindeki Hükmüne ve ruhuna da aykırılık teşkil etmektedir. Ticari kazancın tespitini düzenleyen ve aşağıda detaylandırılacak olan GVK nun 37 ve devamı madde hükümleri tahakkuk esasını benimsemiş olmasına rağmen bu hükümlere istisna koymak gibi maliye idaresinin  tebliği ile getirdiği hükümler ( Örnerin GVK 174 Sayılı Genel tebliği ),  yasanın ruhuna ters ve anayasanın sosyal hukuk devleti  ve eşitlik ilkesine de adeta aykırılık teşkil edecektir.

            “ Kanunsuz vergi alınamaz” verginin kanuniliği ilkesinin anlamı, çağdaş demokratik ülkelerde güçler ayrılığı veya güçler dengesi ilkeleri çerçevesinde vergilendirme yetkisine yasama organının sahip bulunmasıdır. “ kanunsuz vergi olmaz” şeklinde de ifade edilen bu kural bir çok devletin anayasasında yer aldığı gibi 1982 anayasamızın 73 üncü maddesinde bu kural “ vergi, resim, harç ve benzeri mali yükümlülükler kanunla konulur, değiştirilir veya kaldırılır “ ifadesiyle hüküm altına alınmıştır.

            Verginin kanuniliği ilkesinin bir sonucu olarak yürütme organının yasal  dayanak olmaksızın idari bir işlem ile veya yargı organının kıyas yolu ile vergi koyma, kaldırma ve değiştirme gibi bir yetkisi bulunmamaktadır. Vergilendirme yetkisinin günümüzde yasama organına ait olma ilkesine bazı istisnalar veya ayrıcalıklar getirilmiştir.

            1982 anayasası da bakanlar kuruluna yasama organının yükünü biraz hafifletmek amacıyla bazı yetkiler vermiştir.(  Anayasanın 73 /4 Md ) zira vergi kanunlarımızda maliye bakanlığına da bazı yetkiler tanınmıştır. Ve maliye bakanlığı bu yetkisini genel tebliğler yayımlayarak kullanmaktadır.  Ancak genel tebliğleri 2 grupta incelemek gerekir.

            Genel tebliğ; yönetimin kanunların iyi bir şekilde  yorumlanıp uygulanmasını sağlamak üzere  baş vurduğu düzenleyici bir işlemdir.  Maliye Bakanlığı’nın vergi kanunlarının uygulanmasını  kolaylaştırmak üzere çıkarmış olduğu tebliğler buna örnek teşkil etmektedir.

            Genel tebliğler genel olarak düzenleyici yönetsel işlem niteliğinde olmakla birlikte kaynak gücü yönünden farklılıklar göstermektedir. Bu bakımdan genel tebliğleri iki grupta incelemek gerekmektedir.

            BİRİNCİ GRUP GENEL TEBLİĞLER :  Vergi kanunlarının Maliye Bakanlığına tanıdığı düzenleme yetkisine dayanılarak çıkarılmaktadır. Bu tebliğler yeni hükümler getirdiğinden kendilerine uyulması zorunlu temel kaynak olma özellikleri vardır. Örneğin VUK 315 maddesi, amortisman oranlarının Maliye Bakanlığınca saptanacağını hükme bağlamıştır. Aynı şeklide MÜLKA KVK 18 ve 5520 sayılı KVK 23 maddesinde de yabancı ulaştırma kurumlarının vergiye matrah teşkil edecek kurum kazancının hesaplanmasında uygulanacak ortalama emsal oranlarının maliye bakanlığınca tespit edileceği hükme bağlanmıştır. Maliye Bakanlığı bu hükümlere istinaden tebliğ yayımlamış ve bu tebliğler uyulması zorunlu  kaynak niteliğindedirler.

            İKİNCİ GRUP GENEL TEBLİĞLER ise, Maliye Bakanlığının, Bakanlık örgütüne yönelik olarak yayımladığı, vergi kanunlarının açıklayıcı ve yorumlayıcı nitelikli metinlerdir. Vergi kanunları özellikle ülkemizde çok sık değiştiğinden uygulamalarda önemli sorunlar çıkmakta ve Maliye İdaresi gerek Re’sen ve gerekse muhtelif vergi dairelerinin ilettiği sorunları aydınlatmak üzere genel tebliğ düzenlemekte ve yayımlamaktadır.

            Bu ikinci grup genel tebliğlerin vergi hukuku yönünden temel kaynak olma nitelikleri bulunmamaktadır. Yeni bir hüküm getirmezler ve ancak yardımcı kaynak niteliğindedirler. Bu tebliğler vergi yönetimine yöneliktir ve onlar için yönetsel birer emir niteliği taşımaktadırlar. Yani Maliye Bakanlığının sadece görüşünü yansıtmaktadırlar. Ve bu özellikleri nedeni ile de mükellefi ve vergi kuruluşlarını bağlamazlar. Bu nedenle bu tebliğlere dayanılarak yargı kuruluşlarına da başvurulamamaktadır. Nitekim Danıştay çeşitli kararlarında icrai nitelik taşımayan tebliğlerin dava konusu yapılamayacağını hükme bağlamıştır.

                        Zira vergi ancak kanunlarla konulur değiştirilir veya kaldırılır , bu verginin yasallığı ilkesinin bir gereği olarak 193 sayılı GVK 40 ve KVK 8 maddeleri yasama organınca kanunla konulmuş hükümler olup değiştirilmesi ya da yeni hükümlerin eklenmesi veya kaldırılması ancak kanunla mümkündür. Bu nedenle genel tebliğ hükmü ile anılan kanun maddelerinde indirimine izin verilen harcama kalemleri kaldırılamaz veya değiştirilemez. Bu nedenle Maliye Bakanlığı’nın 506 sayılı kanunun80 maddesindeki “ indirilemez” hükmünü  tebliğlerle dayatması ve indirimine izin vermemesi yasal değildir. Açıkça hem vergi yasalarımızın hem de anayasanın eşitlik ilkesine açıkça aykırılık teşkil etmektedir.

Şimdi konuyu 506 sayılı yasa yönünden değerlendirecek olursak; 506 sayılı sosyal sigortalar kanununun 72’inci maddesi uyarınca iş kazalarıyla meslek hastalıkları , hastalık,analık, malullük ve ölüm sigortalarının gerektirdiği her türlü yardım ve ödemelerle her tür yönetim giderlerini karşılamak  üzere, kurumca alınan kanun hükümleri uyarınca prim alınmakta, 73’üncü maddesinde belirtilen oranlarda bir kısmı işveren tarafından bir kısmı da işçi  (sigortalı )  tarafından verilmektedir. Sigortalılar ile işverenlerin bir ay içinde ödeyecekleri primlerin hesabında, işçiye bir ay içinde ödenen ücretin brüt toplamının nazara alınacağı da anılan kanunun 77 maddesinde hüküm altına alınmıştır.

193 sayılı GVK nun 63 maddesinde Ücretin gerçek safi değeri işveren tarafından verilen para ve ayınlarla sağlanan menfaatler toplamından indirimler yapıldıktan sonra kalan miktardır hükmüne yer veilmiştir.

            Brüt ücret ,işçinin bir alacağıdır. Ancak yasa koyucu beyanname vermekle yükümlü olan mükelleflerin makul hadler dahilinde tutulması, geniş bir sahadan elde edilen gelirin güvenliğini sağlamak üzere  işvereni bu nedenle yine GVK nunumuzun 94 maddesi hükümleri ile sorumlu tutmuş, ve kaynağında vergiyi kesme şeklini ihdas etmiş, yıllık beyan esası yerine aylık ( veya üç aylık ) muhtasar beyanname usulünü getirmiştir. Yine gerekçede “ ücretin safi miktarının tespiti için  ücret olarak ödenen paralardan veya ayın veya menfaatlerin değerinden tekaüt ve sosyal sigorta aidatının veya  bunların yerine geçen primlerin indirilmesi kabul edilmiştir. “ demiştir.

            Sigorta priminde de uygulanan sistem aynıdır. İşçiye ödenen brüt ücretin hesabında ,işçi payı, işveren payı ve vergi nazara alınmaktadır. Bu paralar işverene emanet edilmiş ve işverenle hiçbir alakası da bulunmamaktadır.

           

193 sayılı GVK 40 ıncı maddesi 2 nolu bendindeki gayrisafi kazançtan indirilecek giderler arasında sayılan hizmetli veya işçilerin sigorta primleri ve emekli aidatı deyiminden sonra gelen parantez içindeki “ bu primlerin veya aidatın istirdat edilmemek üzere Türkiye’de kain sigorta şirketlerine veya emekli yardım sandıklarına ödenmiş olması ve emekli yardım sandıklarının tüzel kişiliğe haiz bulunmaları şartıyla “ hükmündeki ödenmiş olması deyiminin sadece fiili ödeme anlamına mı geldiği  yoksa tahakkuk eden borcu diğer bir ifade ile hesaben ödemeyi de kapsayıp kapsamadığının belirlenmesine bağlıdır.

            Yasa hükmünün yorumunda ilgili madde metninin tek başına değil, yerine göre ait olduğu kanunun  veya ilgili olduğu hukuk alanında ya da hukuk sistemimizin bütünü içinde değerlendirilmesi yorum ilkesi gereği olduğundan biz ticari kazancın tespitinde diğer ödemelerin gider yazılmasında fiili ödeme mi yoksa tahakkukun mu esas alındığı üzerinde duracak bundan sonra  da gelir vergisi kanunun  40’ıncı maddesinin 2 numaralı bendinin yorumu üzerinde duracağız.

            5520 sayılı KVK 6. maddesinde; kurumlar vergisi, mükelleflerin bir hesap dönemi içinde elde ettikleri safi kurum kazancı üzerinden hesaplanır.” Denildikten sonra maddenin 2’inci fıkrasında safi kurum kazancının tespitinde GVK nun  ticari kazanç hakkındaki hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiştir.

            Şu halde gerek kurum kazancının tespitinde ve gerekse gerçek kişilerin ticari kazançlarının tespitinde  193 sayılı GVK 37 ve devamı maddelerindeki hükümleri uygulanacaktır.

            193 sayılı GVK 37 maddesi sondan bir önceki  fıkrasında ticari kazancın vergi Usul kanunu hükümlerine ve bu kanunda yazılı gerçek ( bilanço veya işletme  hesabı esası )   veya basit usullere göre tespit edileceği  hükmü yer almıştır.

            Olay gerçek usulde ticari kazancın tespitine ilişkindir.

            Gerçek usulde ticari kazanç, GVK nun yukarıda anılan 37’inci maddesinde de belirtildiği gibi, bilanço hesabı esasına veya işletme hesabı esasına göre tespit edilir.

            Bilanço esasına göre ticari kazanç aynı kanunun  38’inci maddesinde     teşebbüsteki öz sermayenin hesap dönemi sonunda  ve başındaki değerleri arasındaki müspet fark “ olarak tanımlandıktan sonra ticari kazancın bu suretle tespit edilmesi sırasında, VUK unun değerlemeye ilişkin hükümleri ile bu kanunun 40 ve 41’inci maddeleri hükümlerine uyulacağı belirtilmiştir.     

            Bilançonun tanımı ve öz sermayenin hesaplanma şekli ise 213 Sayılı VUK 192 maddesinde hüküm altına alınmıştır. Bu madde hükmüne göre bilanço : “ envanterde gösterilen kıymetlerin tasnifli ve karşılıklı olarak değerleri itibariyle  tertiplenmiş hülasasıdır. Bilanço aktif ve pasif olmak üzere iki tabloyu ihtiva eder.

            Aktif tablosunda mevcutlar ile alacaklar ( varsa zarar ), pasif tablosunda borçlar gösterilir.

            Aktif toplamı ile borçlar arasındaki fark, müteşebbisin işletmeye konu varlığını ( öz sermayeyi ) teşkil eder” şeklinde tanımlanmıştır.

            Yine kanunun İşletme hesabı esasına göre kazancın tesbiti başlıklı 39’uncu maddesinde …( Elde edilen hasılat, tahsil olunan paralarla tahakkuk eden alacakları; giderler ise, tediye olunan ve borçlanılan meblâğları ifade eder.)  şeklinde tanımlanmış, ticari kazancın bu şekilde tespit edilmesi sırasında VUK nun  değerlemeye ilişkin hükümleri  ile bu kanunun 40 ve 41’inci maddeleri hükümlerine uyulacağı belirtilmiştir.

            İşletme hesabının tanımı ise 213 sayılı VUK 194 maddesinde yapılmıştır. Buna göre işletme hesabı :

            İşletme hesabının sol tarafını gider, sağ tarafını hasılat kısmı teşkil eder.

1. Gider kısmına : Satın alınan mallar veya yaptırılan hizmetler karşılığında ödenen veya borçlanılan paralar ve işletme ile ilgili diğer bütün giderler ;

2. Hasılat kısmına : Satılan mal bedeli veya yapılan hizmet karşılığı olarak tahsil edilen paralarla tahakkuk eden alacaklar ve işletme faaliyetinden elde edilen diğer bütün hasılat; kaydolunur.  “ şeklinde tanımlanmıştır. Yine VUK nunun 287 maddesinin, gelecek hesap dönemlerine ait olarak peşin tahsil olunan hasılat ile cari hesap dönemine ait olup, henüz ödenmemiş olan  giderlerin mukayyet değerleri üzerinden pasifleştirilmek suretiyle değerleneceği yolundaki amir hüküm de tahakkuk etmiş , fakat ödenmemiş borçların gider yazılacağını açıkça hüküm altına almıştır. Öte yandan 506 sayılı kanunun “ primlerin ödenmesi “ başlıklı  80 inci maddesinin birinci fıkrasında “ işveren bir ay içinde çalıştırdığı sigortalıların primlerine esas tutulacak kazançlar toplamı üzerinden bu kanun gereğince hesaplanacak prim tutarlarını ücretlerinden kesmeye ve kendisine ait prim tutarını da bu miktara ekleyerek en geç ertesi ayın sonuna kadar kuruma ödemeye mecburdur “ dendikten sonra üçüncü fıkrasında, prim süresinde ve tam olarak ödenmezse, ödenmeyen kısmına, sürenin bittiği tarihten başlayarak AATUHK ununda belirtilen gecikme zammı oranlarının uygulanacağı, altıncı fıkrasında da 6183 sayılı AATUHK 9 , 12, 21 ila 36, 101 ve 103 üncü maddelerinin kurum alacakları hakkında da uygulanacağı belirtilmiştir.

            Yukarıda sözü edilen madde hükümlerinin incelenmesinden açıkça anlaşılacağı üzere , yasa koyucunun ticari kazancın tespitinde; gerek gelirin elde edilmesinde ve gerekse giderlerde ilke olarak sadece fiili ödeme  veya fiili tahsili değil tahakkuk esasını da  benimsediği anlaşılmaktadır. Başka bir ifade ile ticari kazancın tespitinde tahakkuk eden alacaklar ve borçlanılan tutarlar da esas alınacaktır. Bilanço esassına göre tahakkuk esasına bağlı olma muhasebe tekniği gereğidir. İşletme hesabı esasında da yasa koyucu bu hususu açıkça ifade etmiştir.

            193 sayılı GVK’ nun bilanço esasına göre ticari kazancın tespitini düzenleyen 38 maddesi ve işletme esasına göre ticari kazancın tespitini düzenleyen 39 maddelerinde; kazancın bu suretle tespit edilmesi sırasında GVK 40 ve 41 maddelerine uyulacağı belirtilmiştir. Sözü edilen 40 ve 41 madde hükümleri ticari kazancın tespit edilmesi için indirimi kabul edilen giderler ile indirilmesi kabul edilmeyen giderleri belirten hükümlerdir.

            Bu hükümlerle ticari kazancın tespitinde bir kısım giderlerin indirilmesinin kabul edilmesi ve bir kısım ödemelerin gider olarak indirilmesinin kabul edilmemesi olayı mali bilanço ve ticari bilanço ortaya çıkarmaktadır. Ticari bilanço yönünden gider kabul edilen bir takım ödemeler mali bilanço yönünden gider olarak dikkate alınmazlar.

            Örneğin işçi ve hizmetlilerin sigorta primleri ve emekli aidatı ticari bilanço yönünden her hangi bir koşula bağlı olmaksızın gider olarak dikkate alınabildiği halde mali bilanço yönünden gider kabulü prim ve aidatın istirdat edilmemek üzere  Türkiye’de kain şirketlerine veya emekli ve yardım sandıklarına ödenmiş olması ve emekli ve yardım sandıklarının tüzel kişiliği haiz bulunmaları koşullarına bağlanmıştır.         

            Yine yasanın 41 maddesinde yazılı ödemeler ticari bilançoda gider olarak kabul edildiği halde mali bilanço yönünden gider olarak kabul edilmemektedir.

            Bu nedenlerle ticari kazançta mali bilanço yönünden bir ödemenin gider kabul edilip edilemeyeceğini, gider kabul edilirse hangi safhada ( tahakkuk veya fiili ödeme safhası )  kabul edilmesi gerektiğini tespitte ilk önce GVK unun ilgili hükümlerine baş vurulması zorunludur.

            Konumuz ile ilgili hüküm 193 sayılı GVK unun 40 ıncı maddesinin 2 nci bendindeki hükümdür. Bu itibarla 193 sayılı GVK 40 maddesinin 2 inci bendindeki gayrisafi kazançtan indirilecek giderler arasında sayılan hizmetli ve işçilerin sigorta primleri ve emekli aidatlarının, parantez içindeki ( bu primlerin ve aidatların istirdat edilmemek üzere Türkiye de kain sigorta şirketlerine veya emekli ve yardım sandıklarına ödenmiş olması ve emekli ve yardım sandıklarının tüzel kişiliği haiz bulunmaları şartıyla) hükmündeki ödenmiş olması deyiminin genel ilkeye bir istisna olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.

            Bize göre parantez içindeki ödenmiş olma deyimi bu esası yani tahakkuk esasını kaldıracak bir hüküm niteliğinde değildir. Zira parantez içindeki hüküm sigorta primleri ve emekli aidatlarının ödeneceği sigorta  şirketleri ile  emekli ve yardım sandıklarını belirleyen koşulları getirmektedir. Fiili ödeme koşulunu getiren bir hüküm içermemektedir. Kaldı ki ödeme fiili olabileceği gibi hesaben de olabilmektedir. Aksi görüş; ticari kazancın tespitinde gayri safi kazancı belirlerken ( Gelirin Elde edilmesini ) tahakkuk esasının, safi geliri belirlerken ( giderlerde ) fiili ödeme esasının benimsenmesi sonucunu doğurur ki; böyle yorum tarzının, ticari kazancın yıllık veya hesap dönemi kazançlarının vergilendirilebileceği ilkesiyle gelirin gerçekliği ve safiliği ilkesine ters düşeceği açıktır.

            Kaldı ki, sosyal sigortalar kurumuna yatırılan prim ve aidatların bir kısmı işçi payı olup bunlar ücret ödemesi olarak işçilere ödendiği sırada gider yazılmaktadır. Burada söz konusu olan prim ve aidatlar işveren hissesi olarak yatırılması gereken giderleridir.

            Bu prim ve aidatları  işçilerin ücretlerinden kesilerek yatırılacak prim ve aidatlara tabi olduğu rejimden ayrı tutmanın bir izahı da bulunmamaktadır.

            Diğer taraftan bu prim ve aidatların sosyal sigortalar kurumuna süresi içinde, yatırılmasını sağlamak için istisna hükmünün getirildiği yolundaki hükmün kabulü  yasaya aykırılık teşkil etmektedir. Zira 193 sayılı GVK 40 ıncı maddesinin 2 inci bendinin parantez içi hükmü genel bir hüküm olup sadece  sosyal sigortalar kurumunu değil Türkiye’de kain bütün sigorta  şirketleri ile tüm emekli ve yardım sandıklarını kapsamaktadır. Yasa koyucu bu konuda genel ilkeden tahakkuk esasından ayrılmak isteseydi bunu açık olarak ifade edecek bir deyim kullanırdı.

            Sigorta şirketlerine veya emekli ve yardım sandıklarına yapılan ödemelerin tahakkuk esasına tabi diğer giderlerden farklı herhangi bir özelliği de yoktur. Nitekim aynı madden 6 ncı bendinde toplum için devlet için daha özelliği olan bina, arazi, gider, istihlak, damga, belediye vergileri, harçlar ve kaydiyeler  gibi ayni vergi resim ve harçların gider yazılmasında da tahakkuk esası benimsenirken prim ve aidatların gider yazılmasında fiili ödemenin benimsendiğini kabul etmenin hukuken izahı mümkün olmadığı gibi haklı bir nedeni de mevcut değildir. 

SONUÇ:

            Vergi sistemimizde “ ödeme “ tabiri, geniş kapsamlı bir tabirdir, hesaben ve nakden ödemenin ikisini de kapsamaktadır. Hesaben ödeme, ödemenin para olarak yapılması yerine işlemin bir takım hesaplara kaydedilmesi işlemidir. Bu hesapların vermiş olduğu sonuçlar da bir nevi kıymet ifade etmektedir.  Bu nedenle sigorta primlerinin gider yazılabilmesi için tahakkuk ettirilmiş olması, yani sosyal sigortalar kurumunun alacaklandırılmış olması yeterlidir.

            Gerek gelir vergisinde ve gerekse kurumlar vergisinde vergilendirme dönemi, hesap dönemidir. Hesap dönemi ilse VUK 176 maddesinde takvim yılı olarak tanımlanmış ( kendilerine özel hesap dönemi tayin edilenler hariç ) hesap dönemi de bir takvim yılını kapsamaktadır. Vergilendirmede hesap dönemi , hesap döneminin esas alınması, kazanç tespitinin de doğal olarak hesap dönemi itibariyle yapılmasını gerektirir. Aksi uygulama ile tahakkuk etmiş, ancak tahsil edilmemiş alacaklar bilanço aktifinde dönem kazancını arttırıcı bir unsur olarak kabul edilirken, bilançonun yer alan tahakkuk etmiş sigorta primlerinin, yani borçların ödenmemiş olmasından dolayı gider olarak dikkate alınmaması, gelirin gerçekliği ve verginin dönemselliği ilkelerine de tamamen aykırıdır. Yasa koyucu, ticari kazancın tespitinde genel ilke olan tahakkuk esasından ayrılarak, ancak  ödenmiş olması halinde gider olarak kabul edileceğini kabul etseydi, bu durumu çok açık bir şekilde ifade eden bir deyim kullanmış olacaktı. Bu da GVK nunun 40 ıncı maddesinde değil, VUK nun 192 ve 194 maddelerinde istisnalar olarak hükme bağlardı.

            Sigorta primi gibi tahakkuk ettiği andan itibaren, 506 sayılı yasada öngörülen süre içerisinde borçlunun kendi rızası ile veya daha sonra yasal yollarla mutlaka ödemek zorunda olduğu ve diğer borçlarından farklı olmayan bir borcun, sadece anılan yasanın sözüne bağlı kılınarak ödenmemiş olduğu gerekçesiyle, tahakkuk ettiği yılda gider yazılmamasını kabul etmek  GVK KVK ve VUK genel ilkelerine ters düşmektedir ve Tek tüzen muhasebe uygulamasının ruhuna da aykırılık teşkil etmektedir.

            Yukarıda açıkladığım  kanun  gerekçeleri ışığında tahakkuk edipte ödenmemiş sigorta primlerinin cari yıl kurum kazancının tespitinde gider olarak kabul edilmesi gerekmektedir.

Not: Yukarıda aktarmış olduğum Görüşü Destekleyen Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu 1990 / Esas, 1992 / 1 Sayılı kararı mevcuttur.
 

06.09.2007

Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)

>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.

>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> SGK Teşvikleri (150 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.


GÜNDEM