YAZARLARIMIZ
Erhan Selim
Vergi Müfettişi
E. Gelirler Kontrolörü
erhanselim@yahoo.com



Mali Gücüne Göre Vergi Ödememe Hakkının Satın Alınması

Aflar, oran indirimleri ve matrah artırımlarının ülke gündemini meşgul ettiği bir dönemden geçiyoruz. Buna ek olarak, vergi, kambiyo ve gümrük tarafındaki gelişmeler ve bitmek tükenmek bilmeyen mevzuat güncellemeleri derken mali gündemin sürekli dalgalandığı bir ortamda yıllardır mesleklerimizi icra ediyoruz. Neyse ki, bu yaşam stiline bir şekilde alıştık. Artık mali politikaların çok daha stabil olduğu İsveç ve benzeri ülkelerdeki gibi bir mali gündemle istesek de yaşayamayız.

Örneğin ister istemez sabahları çayımızı yudumlarken resmi gazeteyi açma ihtiyacı duyuyoruz. Kısa süreli bir tatile çıktığımızda bile kafamızda işten uzak kaldığımız sürede kaçırdığımız gelişmeler oluyor. Bu tempo bir noktaya kadar bizi dinç tutsa da bir şekilde sormadan da edemiyoruz, acaba daha az fırtınalı bir mali ortamda daha hızlı mı yol alırdık? Gelişmekte olan bir ülkenin dinamizmi gereği muhtemelen bu sorunun cevabını hiç bilemeyeceğiz.

Bana Bu Politikanın Bu Zamana Kadar İşe Yaradığı Bir Ülke Söyleyin

Yıl 2019, Dünya Ekonomik Forumu, Dijital Globalleşme başlığı altında Keith Block(Saleforce-CEO), Erik Brynjolfsson(MIT - Direktör), Michael S. Dell(Dell - CEO), Michael Froman (MasterCard – Stratejik Büyüme Bşk Yrd.), Gayle E. Smith(One -CEO) ve C. Vijayakumar (HCL Technologies - CEO); Heather Long(WashingtonPost – Ekonomi Yazarı) moderatörlüğünde hararetli konuları tartışıyorlar. Tartışılan temel konu teknolojinin getirdikleri eksenin de olsa da toplantının bir noktasında Erik Brynjolfsson teknolojik gelişmelerin orta gelir grubunun iş imkânlarına etkisine dikkat çekiyor. Bazı işlerin artık makineler tarafından yapılabilmesi, üst gelir grubu ve düşük gelir grubu genişlerken orta gelir grubunun erimesi ve gelir dağılımındaki adaletsizlikler gibi hususlar gündeme geliyor. Bu toplantıdan kısa bir anekdotu sizlerle paylaşmak istiyorum.

“…

 Heather Long: Eşitsizlik mevzusu üzerinde bir müddet daha durmak istiyorum. Giderek artan bir şekilde, ücret eşitsizliği gibi eşitsizliklerin giderilmesi konusunda daha fazla vergi uygulanması suretiyle bir çözüm oluşturulmasına yönelik bir çağrı var. Özellikle ABD’de Ocasio-Cortez gibi kongre üyelerinin 10 Milyon USD’den daha fazla kazananlarının %70 oranında vergilendirilmesi yönelik önerileri bulunuyor. Micheal Dell, siz bu öneriyi destekliyor musunuz?

 Michael S. Dell: (Kısa süreli bir gülüşme ve sorunun kendisine yöneltilmesine şaşırdığını göstermekle beraber) Ben ve karım bir vakıf(Michael & Susan Dell Vakfı) kurduk yaklaşık 20 yıl önce. Ve ben kendi yıllık gelirimin %70’inden daha fazlasıyla bu vakfa katkıda bulundum. Sahip olduğumuz fonları hükümete vermektense bu fonları vakıf aracılığıyla değerlendirmeyi daha uygun buluyorum. Yani bu öneriyi ben desteklemiyorum. Ayrıca bunun ABD ekonomisinin büyümesine herhangi bir katkıda bulunabileceğini düşünmüyorum.

Heather Long: Bu çok ilginç. Peki, biraz daha açabilir misin, neden işe yaramayacağına inanıyorsun?

Michael S. Dell: Bana bu politikanın bu zamana kadar işe yaradığı bir ülke söyleyin.

Erik Brynjolfsson: Amerika Birleşik Devletleri.

Heather Long: Kısaca 80’li yıllarda…

Erik Brynjolfsson: Hayır, yaklaşık olarak 1930’lu yıllardan 1960’lı yıllara kadar vergi oranı ABD’de ortalama %70 düzeyindedir. Ayrıca bu yıllar ABD için büyüme açısından oldukça parlak yıllardır. Bu öneri hakkında çok katı bir fikrim yok. Şeytan ayrıntıda gizli. Ancak yüksek vergilerin zorunlu olarak ekonomik büyümeyi kötü etkileyemeyeceğine yönelik göstergeler mevcut ve bence bu konuyu daha derinlemesine incelemeliyiz.

…”

Gerçekten de ABD ekonomisinde vergiler bir dönem oldukça yüksektir. Kişisel gelir vergisinde 1936 yılında %79’a çıkan oran, II. Dünya Savaşı süresince %90 üzerinde seyretmiş, 1949 yılında %82’ye düşmüş, 1951 – 1963 arasında tekrar %90 üzerine çıkmış, sonrasında 1980’li yıllara kadar %70 ve üzerinde bir vergi oranı gerçekleşmiştir[1]. Kurumlar vergisindeki kanuni oran; 1947 – 49 arasında %38, 1952 – 1969 yılları arasında %50 civarında, 1970 – 1978 yıllarında %48, 1980’lerin başında %46 sonlarında %34 oranında, 1992 – 2010 arasında %35 olarak gerçekleşmiştir. Sadece kurumlar vergisi açısından bile alındığında ABD ekonomisinde yüksek vergilerin yüksek büyüme rakamları ile birlikte seyrettiği göze çarpmaktadır. Örneğin 1950 – 60 yılları arasında kanuni kurumlar vergisi oranı %50 üzerindeyken ekonomik büyüme ortalama %3,9 olarak ortaya çıkmıştır. Buna karşın 2000 – 2010 yılları arasında %35 kurumlar vergisi oranı varken büyüme ortalama %1,8 olarak ölçülmüştür[2].

Yüksek vergi oranlarının olduğu dönemler ABD için en önemli yatırımların yapıldığı dönemlerdir. 1980 sonrası Başkan Reagan ile başlayan arz yönlü ekonomi politikası ciddi bir borcu ve bütçe dengesizliklerini de beraberinde getirmiştir. Michael S. Dell’i kendi ülkesinin tarihini bilmeyen bir kişi konumuna düşüren bu diyalog bizim açımızdan da önemlidir. Kurumlar vergisi oranını düşürmeyi düşündüğümüz şu günlerde bu hamlenin zorunlu olarak ekonomik büyümeyi ateşlemeyeceğini öngörmemiz gerekir. Selektif bir politika uygulanmaması ise kamu bütçesi aleyhinedir. Dahası indirilmesi gereken oranlar KDV ve ÖTV tarafında iken kurumlar vergisinde bir ayarlamaya gidilmesi çok da adaletli değildir. Ayrıca ekonomik büyümede etkili olan vergilerin yüksekliğinden çok bu vergilerin ne şekilde tasarruf edildiğidir. İçinde bulunduğumuz kriz bir realite olmasına karşın muhtemel bir indirimin arzu edilen sonuçları üretmeyeceğini düşünüyoruz.

Hiçbir Mükellefin Pişman Olmadığı Bir Vergi Düzeni

Devlete olan inanç ve devlet algısı, vergilerin toplanma gücünü doğrudan etkilemektedir. Bir örnek vermek gerekirse Akdeniz’de sıklıkla sorun yaşadığımız Yunanistan vergi direnci makalelere konu olmuş ilginç bir ülkedir. Bir dönem havuzlu villaların havuzsuz beyan edilmesi, vergi dolayısıyla bitmeyen inşaatları ve vergi birimlerinin yolsuzluğu ile gündeme gelmiştir[3]. Yunanistan ile ilgili biraz araştırma yapmış birçok kimsenin de denk geldiği üzere bu direnç Yunan vatandaşların devlet algısına atfedilmektedir. Bir teoriye göre uzun yıllar Osmanlı hâkimiyeti altında kalan yunanların devlet algısı olumsuz etkilenmiş ve vergi ödemeyi bir zulüm olarak görmüşlerdir. Bugün bu faturayı Yunan Devleti ödemektedir.

Bu teoriyi kanıtlayacak akademik bir çalışma olmasa da vergi bilinci ağırlıklı olarak toplanan paranın ne şekilde değerlendirildiğine yönelik algıdan beslenmektedir. Doğru düzgün vergi toplayamayan devletin hizmet sunum kabiliyeti etkilenmekte ve kamu hizmetlerinin kalitesi düşmektedir. Düşen kalite toplanan vergilerin kamunun menfaatine kullanılmadığı algısını tetiklemekte ve vatandaşları daha fazla vergi ödememeye teşvik etmektedir. Anlaşılabileceği üzere ortaya çıkan bu kısır döngü rahatlıkla bir devleti finansal sıkıntıya sokabilir ve devlet kimliğini olumsuz etkileyebilir.

Söz konusu algının en önemli yansıması ise bazı fonların devlete verilmesindense mükellefin kendisi tarafından değerlendirilmesinin tercih edilmesidir.  Michael S. Dell’in vakıf üzerinden kazancının bir kısmını toplumun menfaatine kullanması bunun en masum örneklerinden biridir. Bizim ülkemizde bazı mükellefler vakfetmek yerine bu kazancı doğrudan beyan dışı bırakarak kullanmayı tercih etmektedir. Bu mükellefler her zaman pişmanlık beyannamesi vererek ve pişmanlık zammı ile birlikte vergisini ödeyerek bu kazancı kayıt altına alma imkânına sahiptir. Şimdi bu noktada sormamız gerekir, matrah artırımı icat olduğundan beri Türkiye’deki kaç mükellef pişmanlıkla beyan vermiş ve ne kadar vergi ödemiştir? Bir mükellefin matrah artırımını tercih etmesi için kayıtdışı kalan tutarın vergisi ve zammının artırılan matrahtan kaynaklı ödemelerin üzerinde olması gerekir. Devlet matrah artırımına imkan tanıyarak mükellefin pişman olmasını dahi istemezken tutsak kalan fonların mükellef tarafından daha iyi kullanıldığı zımnen kabul etmekte ve bu konudaki tehlikeli algı beslenmektedir.

İçinde bulunduğumuz korona krizinde uzaktan yakından alakası olmamakla beraber matrah artırımının zorla yapılandırma hamlesine dahil edilmeye çalışılması ise tuhaf bir mantalitedir. İncelenmeme hakkı diye bir hak ülkemiz hukuk sisteminde tanımlı değildir. Anayasa’nın 73. maddesi uyarınca herkes kamu giderlerini karşılamak üzere mali gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. Matrah artırımı bazı mükelleflerin mali gücüne göre vergi ödemediğinin kabul edilmesinin hukukileştirilmiş halidir. Çünkü matrah artırımına rağmen bu kişiler halen mali gücüne göre vergi ödememektedir. Trajikomik bir şekilde devlet bunu göz göre göre kabul ederken ödeme gücüne göre vergi ödeyen mükellefin hukukunu kendi eliyle zedelemektedir. Kendi ülkemizin Micheal Dell’i olmasak da en azından bir kez sormamız gerekir. Bana sözüm ona incelenmeme (mali gücüne göre vergi ödememe) hakkının parayla satıldığı bir ülke gösterin ki bu uygulama kayıtdışılığı azaltsın, vergi bilincini göklere çıkarıp devlet hazinesini tıka basa doldursun. Tutanaklara geçen tahsilat oranlarına rağmen bizi de belki yakın tarihi bilmemekle suçlayabilirsiniz.

Yeşeren Umutlar

Zamanında matrah artırımını hayata geçiren finansal dehaları anmadan geçmeyelim. Sayelerinde azar azar uyuşturucuya alıştırılan bağımlılar gibi bazı mükellefler şu an matrah artırımı hezeyanı ile gezinmekte ve ekonomi yönetiminin işlerini güçleştirmektedir. Buna rağmen Bakanlık Bürokratlarının tutanaklara geçen açıklamalarından bu konudaki sıkıntının görüldüğünü anlıyoruz. Muhtemelen matrah artırımı, stok ve kasa affını yeni düzenlemede göremeyeceğiz. Bu konuda öncelikle Sayın Hazine ve Maliye Bakanımız olmak üzere emeği geçen tüm bakanlık bürokrat ve çalışanlarına teşekkür etmeyi borç biliyoruz. Elbette ülkemiz yapısı gereği son dakika gelişmelerine gebe bir ülke. Buna karşın sonuç ne olursa olsun aflar konusunda aynı fikirleri paylaşan mali alandaki diğer paydaşlarla birlikte sesimizin duyulmasından mutluyuz.

Son olarak devletimizin risk analizi ile ilgilenen mali birimlerine bir öneride bulunarak bu yazımızı da tamamlayalım. Geçmiş dönemde artırım, stok ve kasa aflarından yararlanan mükelleflerde kendi beyanlarıyla bazı şeylerin vergi kanunlarına uygun olarak yürümediğini anlıyoruz. Bu mükelleflerin tüm mali verileriyle beraber bir makine öğrenmesi sürecine koşturulmasının gözle görülmesi zor bazı örüntülerin ortaya koyulmasında ve sonraki dönemlerde riskli mükelleflerin tespitinde değerli olduğunu düşünüyoruz.     


[1] https://files.taxfoundation.org/legacy/docs/fed_individual_rate_history_nominal.pdf

[2] Corporate tax rates and economic growth since 1947, https://www.epi.org/publication/ib364-corporate-tax-rates-and-economic-growth/

[3] Greek Wealth Is Everywhere but Tax Forms, https://www.nytimes.com/2010/05/02/world/europe/02evasion.html

27.10.2020

Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)

>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.

>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> SGK Teşvikleri (156 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.


GÜNDEM