YAZARLARIMIZ
Mustafa Özden Düzgün
Serbest Muhasebeci Mali Müşavir
Mali Hukuk Uzmanı
Uludağ Üniversitesi
Mali Hukuk Ana Bilim Dalı Doktora Öğrencisi
ozdenduzgun@hotmail.com



Vergilendirmede Adalet-Eşitlik İlkeleri ve İlintili Kavramlar

Adalet, bir olması gerekendir, ama olması gerekenin ne olduğu belirsizdir ve yanıtı her zaman bir değer yargısını içerir. Bu görecelik, adaletin hem hukuk dışı alanlarını hem de hukuk içi alanlarını kapsar. Etik alanlar bir yana bırakılırsa, adalet, hukukun özü ve amacı olarak açıklanır ve haklılık kavramıyla birlikte anılır. Adalet hukuk düzeninin işleyişinde bir fonksiyon (işlev) üstlenir, yani hukuk adaleti gerçekleştirmek üzere vardır. Adaletin bir türü olarak vergi adaleti, vergilendirmenin hakça olmasıdır. Neyin hakça olduğuna, zamana ve yere göre, hukuk cevap verir, ya da hukuk, hakça vergilendirmeyi gerçekleştirmek üzere belirlediği ölçülerle kavramın içeriğini dolduracaktır.[1]

1.1. Vergi Adaleti

Vergi adaleti, üzerinde yüzyıllardan beri tartışılan en önemli vergileme ilkelerinden biridir. Vergilemede adalet kavramı, tarihsel süreç içersinde çok değişik şekillerde değerlendirilmiş, ancak herkes tarafından kabul edilebilir bir şekilde sınırlarını çizme olanağı hala bulunamamıştır. Çünkü, vergide adalet kavramı toplumlara, toplumu meydana getiren kişi ve gruplara, mekan ve zamana göre farklı anlamlarda yorumlanmaktadır. Daha doğru bir ifadeyle, adalet kavramı kesin ve mutlak bir kavram değildir. Bu nedenle, vergi adaleti ne kesin, ne de her zaman ve her yerde belirli ölçülere dayanmaktadır. Hatta vergi adaleti kişiden kişiye değiştiği gibi, aynı kişide bile zaman ve mekana göre vergi adaleti anlayışında değişiklik söz konusu olabilmektedir. Çünkü, toplumu oluşturan fertlerin veya fert gruplarının siyasi, iktisadi sosyal ve hatta ahlaki düşüncelerinde zamanın akışı içinde önemli değişiklikler görülebilmektedir.[2] Kimine göre adil olan davranış kimine göre adaletsiz gelebilir.

Bir ülkede demokrasinin ve adaletin gelişmesinin ilk şartı adaletli bir vergi sisteminin hakim kılınmasıdır. Vergi adaletinin sağlanmasında devlet, üzerine düşen görevleri yapabilmek için doğal olarak ülke toprakları üzerinde yaşayanlardan belli kıstaslara göre vergi toplamak zorundadır. Demokrasinin gelişmiş olduğu ülkelere bakıldığında, devlete karşı ilk demokratik hareketlerin vergi ile ilgili olduğu görülür. Tarihteki ilk demokrasi belgesi olan 1215 tarihli Magna Carta İngiliz Kralı ile İngiliz toplumu arasında haraçların ve vergilerin belli bir düzene bağlanmasını sağlamıştır.

Tarihteki devlet ve toplum çatışmalarının, anayasal ve yasal düzenlemelerin temelini iktisadi durum ve vergi oluşturmaktadır. Keza diğer Avrupa ülkelerinde ve Amerika Birleşik Devletleri’nin Anayasa’larında vergi ile ilgili düzenlemeler önemli yer tutmaktadır. Çünkü demokrasinin en önemli unsuru vergidir. Gelişmiş demokrasilerde vergi kaçırmanın cezası da büyüktür, en önemlisi toplum gözünde utanç verici ve onursuz bir suçtur. O nedenle devlet kayıt dışı ekonomiyle mücadele etmekte ve vergi sistemi kurulurken mümkün olduğunca halk kitleleri arasında adaletli davranılmaktadır. Gelişmiş toplumlarda herkes güçlü ve kalıcı bir devletin ve sağlam bir demokrasinin ancak, istikrarlı ve adaletli bir vergi sistemiyle olabileceğinin bilincindedir.[3]

Görülüyor ki, herhangi bir ülkede, vergi yükünün toplumu oluşturan kişiler arasında adil bir şekilde dağıtılmasını amaçlayan bir vergi sisteminde kimden ne kadar vergi alınacağının tespitinde mükelleflerin şahsi ve ailevi durumlarının ve ekonomik güçlerinin göz önünde bulundurulması vergi adaletini sağlama bakımından büyük önem taşımaktadır. Ayrıca vergi adaleti denildiği zaman, mükelleflerin ödeme güçlerine göre değil de sosyo-ekonomik düzenlemelere de imkan sağlayacak bir vergileme düşünülse dahi en önemli güçlük adalet kavramının belirlenmesinde ortaya çıkmaktadır.[4]

Çağdaş sosyal devlette gelir ve servet eşitsizliklerini azaltmada en önemli rolü, vergi politikası oynamaktadır. Anayasanın 73’üncü maddesi, “herkes, kamu giderlerini karşılamak üzere, mali gücüne göre, vergi ödemekle yükümlüdür. Vergi yükünün adaletli ve dengeli dağılımı, maliye politikasının sosyal amacıdır” diyerek, aynı anlayışı dile getirmiştir. Bu ilke, vergi oranlarının, mükellefin mali gücüne göre saptanmasını ifade eder. Vergi hukukunda “artan oranda (müterakki) vergi” denilen ve yöntemi yüksek gelir tabakalarından yüksek oranda, düşük gelir tabakalarından düşük oranlarda vergi alınması suretiyle, gelir eşitsizliklerinin azaltılmasını amaçlar. Vergi politikasının bu amaçla kullanılması, sosyal adalet ve sosyal devlet ilkelerinin bir gereğidir. Ayrıca, bu şekilde toplanan devlet gelirlerinin bir bölümünün, daha çok düşük gelirli grupların yararlanacağı bazı sosyal nitelikli kamu hizmetlerinde kullanılması da, herkese insan haysiyetine yakışır bir hayat seviyesi sağlaması hedefinin gerçekleştirilmesine yardım eder.[5]

Ne var ki, sadece artan oranlı tarifeye uygun bir vergileme ile vergi adaletinin tek başına gerçekleştirilmesi olanağı yoktur. Örneğin özürlü kişilere sadece artan oranlı tarifeye göre vergi uygulanırsa fiziki ve sosyal durumları gözardı edilmiş olur bu da vergi adaleti açısından yetersizdir. Çünkü artan oranlı vergilemede amaç mali güce göre vergi almaktır. Bu nedenle, vergilemede yatay ve dikey eşitliğin sağlanmasına ilişkin düzenlemelerin de yapılması gerekir.

1.2. Adam Smith’in Vergilemede Adalet İlkesi

İlk iktisatçılar vergi konularını, yazdıkları iktisat kitapları içinde incelemişlerdir. İktisat ilminin kurucusu Adam Smith vergileme prensiplerini “Milletlerin Serveti” adlı kitabında ortaya koymuştur. Adam Smith’in ortaya koyduğu vergileme prensipleri dört[6] tane olup bunlar uzun süre vergilemenin kutsal, altın kuralları olarak kabul edilmiştir. Bu vergileme prensipleri halen geçerliliğini korumaktadır. Adam Smith “Milletlerin Serveti” adlı kitabının ikinci bölümünde aynen şöyle demektedir; “Her devletin vatandaşları, devlet harcamalarına mümkün olduğu kadar, vergi ödeme güçleri göz önünde tutularak, yani devletin korunması altında elde ettikleri gelirle orantılı olarak katkıda bulunmalıdır.”

Vergilemede adalet prensibi, zamanla vergi yükümlülerinin ödedikleri vergiler sebebiyle katlandıkları fedakarlıkta eşitlik sağlanması şeklinde anlaşılmıştır. Bu konuda birbirinden farklı üç çeşit fedakarlık üzerinde durulmuştur. Bunlar eşit mutlak fedakarlıklar, eşit oransal fedakarlık ve eşit marjinal fedakarlık kavramlarıdır.

Eşit mutlak fedakarlık kavramında vergi yükümlüleri ödedikleri vergi dolayısıyla aynı mutlak faydadan mahrum olurlar, vazgeçerler. Eşit oransal fedakarlık kavramında belirli bir vergi yükü, vergi yükümlüleri arasında dağıtılırken vergi yükümlüleri arasında vazgeçilen faydalarda oransal eşitlik sağlanacaktır. Eşit marjinal fedakarlık kavramına göre vergi yükümlüleri ödedikleri son birim vergi dolayısıyla aynı fedakarlığa katlanacaktır.[7] Eşit marjinal fedakarlık vergi adaleti açısından daha uygundur.

1.3. Eşitlik İlkesi

İlk anda verginin adalet ve eşitlik ilkesi aynı şeyi ifade ediyor gibi gelebilir. Eşitlik ilkesi adalet ilkesinin tamamlayıcısıdır. Eşitlik ilkesinin yer almadığı bir vergi sisteminde vergi adaletinden söz edilemeyeceği açıktır. Aynı koşullara ve aynı gelire sahip iki mükellefin birisinin diğerinden daha az vergi ödemesi kadar, farklı koşullara ve farklı gelire sahip iki mükellefin aynı tutarda vergi ödemeleri de vergi eşitliği ilkesine ters düşerek vergi adaletini zedeleyecektir.[8]

Eşitlik ilkesi, 1982 Anayasasının 10. maddesinde: “Herkes, dil, ırk, renk cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerden kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.”[9] şeklinde ifade edilmiştir.

Öte yandan, bir kanunun her zaman herkes için aynı hükümler taşıması mümkün değildir.  Kanun yapma, daima, kişilerin veya durumların bazı özellikleri yönünden benzerlikleri veya farklılıklarına dayanan sınıflandırmaları içerir. Şu halde kanunların, maddi hukuki eşitlik normu açısından denetlenmelerinde sorun, hangi sınıflandırma veya farklılaştırma türlerinin eşitlik ilkesine aykırı düşeceğidir. Anayasa Mahkemesine göre kanun önünde eşitlik ilkesi[10], ‘‘herkesin her yönden aynı hükümlere bağlı olması gerektiği anlamına gelmez. Bu ilke ile güdülen amaç, benzer koşullar içinde olan, özdeş nitelikte bulunan durumların yasalarca aynı işleme uyruk tutulmasını sağlamaktır.”[11] Aynı yönde başka bir kararda da şöyle denilmiştir:  “Anayasada öngörülen eşitlik … herkesin aynı hak ve yükümlülüklere sahip olması anlamında değildir. Eşitlik her yönüyle aynı hukuki durumda olanlar arasında söz konusudur. Hukuk felsefesine girmiş bir deyimle ‘eşitlerin eşitliği’ anlamındadır. Farklı durumda olanlara, yani eşit olmayanlara, farklı kurallar uygulanması, yani ‘eşit olmayanların eşitsizliği’ eşitlik ilkesine aykırılık oluşturmaz.”.[12] Özürlü bir kişi de özürlü olmayanlardan (bedensel zihinsel ve duygusal yönden) farklı olduğu için bunlara yapılacak vergi kolaylıkları Anayasa’nın 10’uncu maddesinde belirtilen eşitlik ilkesine  ters düşmez.

Yukarıda vergilerle ilgili hükümler açısından baktığımızda, herkes ibaresi ile getirilen genellik ilkesinin yanında vergi adaletinin gerçekleştirilmesi amacıyla eşitlik ilkesi de gözetilmektedir. Eşitlik ilkesi yatay ve dikey eşitliği gerçekleştirmek amacıyla kendi içinde ayrılmaktadır. Vergilendirme açısından benzer durumda olanların aynı hükümlere tabi tutulmaları ile yatay eşitlik, farklı durumda olanların farklı hükümlere tabi tutulmaları ile dikey eşitlik gerçekleştirilmektedir. Dikey eşitlik kavramında ön plana çıkan husus ise sosyal devlet anlayışıdır[13].

1.3.1. Vergilemede  Yatay Eşitlik

 Bu ilkeye göre, aynı düzeyde gelir elde eden vergi mükellefler, eşit vergi ödemelidir. Ancak, bu ilkenin başarı ile uygulanabilmesi için, gelirin ekonomik anlamda tanımı yapılarak, vergi matrahının gelirin bütün öğelerini içermesi sağlanmalıdır. Yani, parasal-parasal olmayan, maddi-maddi olmayan, gerçekleşmiş-gerçekleşmemiş ayrımı yapılmadan, her tür gelir öğesi üniter vergi beyannamesinde yer almalıdır. Ülkemizde gelir ekonomik anlamda tanımlanmadığı gibi, ayrıca, çok sayıdaki muafiyet ve istisnalar ve diğer vergisel teşvikler nedeniyle yatay eşitlik kuralı uygulanamamaktadır.[14]

1.3.2. Vergilemede Dikey Eşitlik

Bu ilkeye göre vergilemede adaletin sağlanabilmesi için, farklı gelir düzeyindeki vergi mükelleflerinin farklı vergi ödemeleri gerekmektedir. Bundan dolayı, gelir düzeyi yüksek olan bir mükellef, düşük gelirli bir mükellefe göre daha fazla vergi ödemelidir. Ancak, vergi teşvik araçlarından yararlanan bir çok mükellef, kendilerinden daha az gelir elde eden mükelleflere göre daha az vergi öderler. Örneğin, hazine bonosu ve devlet tahviline yatırım yapan bankalar ve aracı kurumlar, bu tür menkul kıymet gelirlerinin vergisiz olması nedeniyle, çalışanlara göre çok daha az oranda vergi ödemektedirler.[15] Bu vergi adaletine ters düşmektedir. Bununla beraber örneğin aynı işyerinde çalışan sakat bir işçi, sakat olmayan işçilere göre sakatlık indiriminden yararlanmasından dolayı daha az gelir vergisi vermesi dikey eşitliğin sağlandığının bir göstergesidir. Sakat kişi aynı işi yaparken sakat olmayana göre daha çok çaba sarfetmekte ve daha çabuk yorulmaktaysa o kişinin aynı gelir vergisi ödemesi adaletsiz olur.

1.4. Vergisel Koruma

Vergi kanunlarının genel hükümleri karşısında zaman zaman bazı özel durumdaki mükelleflerin, durumlarının dikkate alınması ve buna uygun düzenlemeler yapılması zorunluluğu ortaya çıkabilir. Bu zorunluluk kişisel, bölgesel veya ülke çapında olabilir. Bu ihtiyacı karşılamak üzere vergi mevzuatında muafiyet, istisna ve indirimler öngörülebilir. Bu muafiyet ve indirimlerin amacı, her hangi bir konuyu teşvik etmek değil, genel düzenlemelerin uygulanmayarak mükellefin çeşitli gerekçelerle korunmasını sağlamaktadır.[16]

Ülkenin vergi sisteminde yer alan koruma önlemlerine  iyi bir örnek olarak, ne yazık ki bizim vergi sistemimizde bulunmayan, yaşam için zorunlu olan gelirin vergi dışı kalmasını amaçlayan en az geçim indirimi gösterilebilir. Vergi kanunlarında yer alan koruma tedbirlerine örnek olarak;

-         Tabii afet halinde verginin terkini, sürelerin işlememesi ve vergi cezası kesilmemesi,

-         Ekonomik olarak zor durumda bulunan mükelleflerin vergi borçlarının taksitlendirilmesi,

-         Sakatların diğer vatandaşlara oranla olan rekabet gücünün arttırılmasını amaçlayan sakatlık indirimi,

-         Sakatlar tarafından kullanılan araçlar için getirilmiş çeşitli vergi istisnaları,

-         Basit usulde vergilendirilen tüccarlar ile serbest meslek kazanç sahiplerinden sakat olanlara uygulanan indirim,

-         Kazancıyla ancak geçimini sağlayacak durumda bulunan esnaf ve küçük çiftçinin vergiden muaf tutulması, gösterilebilir.[17]

Dikkat edileceği üzere yukarıda düzenlemelerle esas olarak sosyal veya ekonomik gerekçelerle mükellefler genel kuralların dışına çıkarılmakta, bazen vergi indirim ve istisnalarıyla, bazen de tahakkuk etmiş verginin terkini veya taksitlendirilmesi yoluyla mükellefler ekonomik olarak korunmaya çalışılmaktadır.[18]

1.5. Verginin Sosyal Amacı

Sosyal devlet, toplum içinde zayıf olan tabakaları himaye edici önlemler alır. Kuvvetli olanlara dolaylı ve dolaysız olarak zayıflar lehine görevler yükler, gerekirse zayıf olanlara doğrudan doğruya yardım elini uzatır. Bu bağlamda verginin sosyal amacı; gider politikası önlemleriyle yeterli düzeyde gerçekleştirilemeyen gelir ve servetin ekonomik yönden güçsüz olanlar lehine, politik olarak istenilen düzeyde dağıtılmasını sağlamaktır. Doğal olarak, bunun dışında sosyal nitelikli özel amaçlar da güdülebilir. Bundan başka, vergilerin adaletli bir yapıya sahip olması gereği de onun sosyal amacı olmalıdır.[19]

Vergi adaletine ulaşma bakımından, iyi ve koşullara uygun bir biçimde saptandıkları ve uygulandıkları taktirde doğrudan etkisi bulunan indirimler, bağışıklıklar ve istisnalar; farklı boyutlarda olmak üzere tüm vergi sistemlerinde kabul edilmiş ve uygulanmaktadırlar. İnsanca yaşamayı ve asgari kültürel gereksinmeleri sağlayıcı bir uygulama yolu ile bireylerin ödeme güçlerinin saptanmasında, esas alınacak ölçülerin ne olacağını belirlemeyi amaçlayan sosyal içerikli indirimler, bağışıklıklar ve istisnaların hacmi; ülkenin ekonomik, sosyal, kültürel gelişmişlik düzeyine göre büyümekte ya da küçülmektedir. Söz konusu indirimler, bağışıklıklar ve istisnalar iyi ve gerçeklere uygun biçimde düzenlenmiş olmaları halinde, vergi adaletini olumlu yönde etkilemektedirler. Bu uygulamalar, sağlamış oldukları kazanç ve iratları ile yaşamını sürdürecek olanakları bile zaman zaman elde edemeyen finansal güçlükleri yetersiz kimseler ile, mükelleflerin kendilerinin ve bakmakla yükümlü bulundukları kimselerin yaşamlarını asgari düzeyde sürdürebilmeleri için gerekli olan kazanç ve iratların vergi dışı bırakılması biçiminde yürütülmektedir.[20]

1.6. Vergi Muafiyet ve İstisnaları

Muafiyet, vergi kanunlarına göre, kendileri için vergi borcunu doğuran bir olay bulunmakla beraber, yine aynı veya diğer kanunlarla belirli kişiler veya kişi gruplarının açıkça vergi mükellefiyeti dışında bırakılması demektir. Vergi hukuku bakımından yapılan bu tanımdan anlaşılacağı üzere, bir vergi kanununun hükümlerine uygun olarak esas itibariyle mükellef olması gereken bazı kişiler veya kişi gruplarının örneğin, dernek veya şirketlerin, aynı kanunun açık hükümleriyle o verginin mükellefi sayılmaması muafiyet sözcükleriyle adlandırılır.

Vergi Kanununun hükümleri içinde esasen vergilendirilmesi gereken belirli kısım vergi kanunlarının (kişiler değil) ayrı kanun hükümlerine göre vergi dışı bırakılmasına istisna denilmektedir. Şu halde, muafiyet sözcüğü, belirli kişiler için: istisna sözcüğü ise, belirli konular için kullanılmaktadır. [21]

Genellik ilkesine göre, herkesin (mali gücüne göre) vergi ödemek zorunda olmasına rağmen, hiçbir ülkede bunun tam olarak uygulandığı görülmemektedir. Esasen bu mümkün olmadığı gibi gerekli olup olmadığı da teorik düzeyde sürekli tartışılmıştır. Şöyle ki, vergi kanunlarına göre, vergi mükellefi olan bazı kimseler veya kişi grupları, vergiyi doğuran olayın meydana gelmesine rağmen, aynı veya diğer vergi kanunlarıyla vergi dışı bırakılmaktadır. Bazen de, verginin konusunu oluşturan muayyen bir miktar, belirli şartlar altında vergilendirilmektedir. İşte, belirli şartlara sahip vergi mükelleflerinin vergi dışı bırakılmasına yani sübjektif mükellefiyetteki tahditlere (daraltmalara) muafiyet, objektif mükellefiyetteki, yani verginin konusundaki tahditlere (daraltmalara) ise istisna denilmektedir. O halde, muafiyette gerçek ve tüzel kişilerin sübjektif durumları, istisnada ise vergi konularının objektif durumları dikkate alınmaktadır.

Netice itibariyle, çeşitli nedenlerden dolayı (örneğin mali, iktisadi, sosyal ve hatta siyasi nedenler gibi) verginin mükellefiyetinin ve konusunun bir kısmının vergi dışı bırakıldığı görülür. Vergi mükellefleri ve konusundaki sınırlamaları ifade eden muafiyet ve istisnalar tam veya kısmi, devamlı veya geçici, mutlak veya şarta bağlı olabilirler.[22]

1.7. Negatif Gelir Vergisi

İlk kez A.B.D.’de 1960-1970 yılları arasında Milton Friedman, Robert Theobald ve James Tobin tarafından uygulanması teklif edilen negatif gelir vergisi; sosyal yardım programlarına alternatif olarak geliştirilmiştir.

Negatif gelir vergisi, toplumda minimum olarak kabul edilen gelirin altında geliri olan herkese para yardımı yaparak minimum geliri garanti eden tekniktir. Negatif gelir vergisi, bir transfer harcamasıdır, çünkü, negatif gelir vergisi, belirli bir gelir düzeyinin altında gelir elde edenlere, işsiz kalıp gelir elde edemeyenlere, asgari bir geçim düzeyi sağlamak amacıyla devletçe yapılan ödemeleri ifade etmektedir.

Negatif gelir vergisi şeklinde yapılan ödemelerin topluma sağlayacağı sosyal fayda, özel faydadan daha fazladır. Şöyle ki; düşük gelir düzeyindeki kişiler, negatif gelir vergisi ile elde edecekleri ek gelirleri sağlık koşullarının düzeltilmesinde ve eğitimlerinde de kullanacaklardır. Bu tür harcamalar uzun dönemde kişilerin verimliliklerinde ve bunun sonucu olarak, toplam üretim miktarında artışa neden olacaklardır.[23]

Ekonomik kalkınmayı hızlandırmak için sermaye geliri elde edenler lehine konulan teşvik önlemleri, vergiden kaçınabilme olanaklarının varlığı nedeniyle, gelir dağılımı düşük gelirliler aleyhine bozulur. Bu nedenle, negatif gelir vergisiyle, bozulan gelir dağılımını düzeltme amacı güdülmektedir.

Uygulanmakta olan pozitif gelir vergisi sisteminde, belli bir düzeyin üstünde gelir elde eden kimselerden vergi alınmaktadır. Negatif gelir vergisi ise, bir kimsenin normal yaşam için saptanan gelir düzeyinin altında gelir elde etmesi ya da hiç gelir elde etmemesi durumunda, devlet tarafından bu kimseye vergi ödemesi yapılmasıdır.

Ne var ki, sosyal amaçlarla yoksulluk çizgisinin altında gelir elde edenlere ve hiç gelir elde edemeyenlere devlet bütçesinden vergi ödenmesi, gelir dağılımını iyileştirirken, kaynak ayırımı fonksyonunda önemli çarpıklıklara yol açabilmektedir. Şöyle ki negatif gelir vergisinden yararlananlar iş aramaktan vazgeçerler. Bu nedenle, GSMH azalacağından, tekrar gelir dağılımı sorunu yaşanacaktır. Gelişmiş ülkelerin çoğunda negatif gelir vergisi uygulanmamakta olup, genellikle en az geçim düzeyine eşit gelirin vergilenmemesi yoluna gidilmektedir. Bu durumda gelir vergilemesiyle sosyal güvenlik yardımları ahenkleştirilerek, etkin çözümlere ulaşılabilmektedir.[24]

En az geçim düzeyindeki gelirin vergilenmemesi  birçok Avrupa ülkesinde uygulanmaktadır. Böylece kaynak ayırımı problemini de önemli ölçüde gidermişlerdir. Türkiye’de en az geçim uygulamasına geçilmesi (etkin bir denetim ile beraber) gelirin adaletsiz dağılımı problemini bir nebze azaltacaktır. 

 

 


[1] SOYDAN, Billur Yaltı, ‘Vergi Adaleti Kavramında Soyuttan Somuta: Türk Anayasa Mahkemesi Kararlarını Eşitlik, Özgürlük ve Sosyal Devlet Kavramları İle Okumak,Vergi Sorunları Dergisi, Maliye Gelirler Kontürolörleri Derneği Yayını, Ağustos, 1998, s.98

[2] AKSOY, Şerafettin, Kamu Maliyesi, Filiz Kitabevi, İstanbul, 1998, s.226

[3] UFACIK, Ömer, Vergi Adaletsizliği, http://www.alomaliye.com, 28.10.2003,

[4] AKSOY, Şerafettin, a.g.e., s.227

[5] ÖZBUDUN, Ergun, Türk Anayasa Hukuku, Yetkin Yayınları, Ankara, 1992, s.106

[6] Vergilemede; Adalet, Muayyenlik, Uygunluk, Tasarruf Prensipleri

[7] TÜRK, İsmail, Kamu Maliyesi, Turhan Kitabevi, 1992, s.156

[8] ÇELİK, Binnur Tüzün, Vergilemede Müdehale İlkesi, Ankara, 2001, s.18

[9] T.C. Anayasası, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2002, s.58

[10] ÖZBUDUN,a.g.e., s.113,

[11] E. 1976/3, K. 1976/23, k.t. 13.4.1976, AMKD, Sayı 14, s.166

[12] E. 1988/7, K. 1988/27 k.t. 27.9.1988, AMKD, Sayı 24, s.421

[13] ÖNCEL, Mualla,Vergi Hukuku,  Ankara-2001, s.41.

[14] ŞENER, Orhan, Kamu Ekonomisi, Alkım Yayınları, İatanbul, 1998, s.209

[15] ŞENER, a.g.e., s.210

[16] BIYIK Recep - Aydın KIRATLI; Vergi Teşvikleri ve Korumaları, Maliye Hesap Uzmanları Derneği, Temmuz 2001, s. 6

[17] BIYIK-KIRATLI, a.g.e., s. 6

[18] BIYIK-KIRATLI, a.g.e., s. 6

[19] TAŞ, Metin, Vergi Politikaları Bağlamında, Bir Yaklaşım, Ekin Kitabevi, Bursa, 2000, s.43

[20]AKDOĞAN, Abdurrahman, Gelir Vergisi Açısından Vergi Adaletine Teknik Bir Yaklaşım, Maliye ve Vergi Hukuku Enstitüsü Yayın No:9, Ankara,1980, s.26

[21] YALÇIN, Hasan, Gelir Ve Kurumlar Vergisi Uygulamasında Muafiyet Ve İstisnalar, Kılavuz Yayınları, İstanbul, Kasım, 1997, s.10

[22] AKSOY, a.g.e., s.228

[23] GİRAY, Filiz, Maliye Yazıları, Negatif Gelir Vergisi İle Sosyal Yardımlaşma Ve Dayanışmayı Teşvik Fonunun Niteliği Ve Karşılıklı Değerlendirilmesi, s.104

[24] ŞENER, a.g.e., s.242

10.08.2006

Kaynak: www.MuhasebeTR.com
(Bu makale kaynak göstermeden yayınlanamaz. Kaynak gösterilse dahi, makale aktif link verilerek yayınlanabilir. Kaynak göstermeden ve aktif link vermeden yayınlayanlar hakkında yasal işlem yapılacaktır.)

>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.

>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> SGK Teşvikleri (156 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.


GÜNDEM