BASINDAN YAZILAR
Adnan NAS - Gelir vergisi reformu ve toplumsal uzlaşma - MuhasebeTR

Adnan NAS - Gelir vergisi reformu ve toplumsal uzlaşma

Gün geçmiyor ki vergi reformu şu veya bu şekilde gündemde yer almasın ya da bir toplantının, tartışmanın, mesajın konusu olmasın!... Ne var ki bunların pek azında sorun ekonominin genel yol haritası ve stratejik ihtiyaçlarıyla bağlantılı, çözüm odaklı, sistematik ve objektif bir şekilde ele alınır. Çoğunlukla tercih edilen, herkesin "kendisi hariç" ve oldukça soyut bir bozuk düzenden şikayet ettiği, bazen karşıt ideolojik savlara çeşni katmak için gelişigüzel servis edilen ve hiçbir çözümü hedeflemeyen sade suya tirit bir yaygaradır. Oysa konu gerçekten çok önemlidir, ancak sihirli bir çözümü yoktur ve kesinlikle stratejik bir bakış gerektirmektedir.

Amaç kamu kesiminin finansmanı

Vergi teorisi ile ilgili kavramsal tartışmaları bir yana bırakarak pratik bir açıdan bakıldığında vergiler, kamu finansmanının en önemli kaynağı olarak ve sıkça ekonomik krizlere yol açan bütçe açıklarının önlenmesi bağlamında ele alınmalıdır. Kamu kesiminin optimal büyüklüğünün ne olması gerektiği çok önemli de olsa uygulamada kontrol dışı kaldığı için toplumun üzerindeki fiili vergi yükü genellikle kamu harcamalarına eşittir.

Ancak bu yük, bazen mükelleflerin doğrudan hissettiği vergilerle, bazen fiyat mekanizmasının içinde gizlenerek, bazen de enflasyon ya da düşük kalitede kamu hizmeti şeklinde kendini gösterir. Borçlanma ya da özelleştirme gibi vergi dışı finansman araçları da politikaların kurgulanma ve uygulanma başarısına göre zaman içinde vergi yükünü azaltıcı ya da arttırıcı yönde etki yapar.

Dolaylı-dolaysız vergiler tartışması

Kamuoyunu en fazla uğraştıran tartışmalardan biri, toplam vergi yükünün dolaylı ve dolaysız vergiler arasındaki dağılımıdır. Ancak bu tartışma, toplumun kurumsal ve yapısal özelliklerinden ve milli gelir düzeyinden kopuk olarak yapıldığında sağlıklı sonuçlara ulaşmak güçleşir. Gerçekten milli gelir ve reel iç tasarruf düzeyinin düşük, kayıtdışı ekonominin yaygın, gelir dağılımı eşitsizliğinin büyük, eğitim kalitesi ve işgücü verimliliğinin yetersiz olduğu bizim gibi ekonomilerde dolaysız vergilerin düşük, dolaylı vergilerin yüksek olmasından şikayet, en azından kısa vadede, pek bir anlam taşımaz. Hem büyümeyi sürdürmek ve refahı arttırmak, hem de bunu enflasyon, aşırı yüksek faiz ve döviz kuru engellerine çarpmadan yapmak için izlenecek politikalar belli bir vergi tahsilatını gerektiriyorsa bundan kaçınılmaz. Kaldı ki kayıtdışı ve dolayısıyla vergi dışı kalmış faaliyetler yüksek ise, ve bu durum ancak uzun vadeli reform çabasıyla değişebilecekse, bunları vergilemenin tek yolunun harcamalar ve tüketim üzerinden alınan dolaylı vergiler olduğu açıktır.

Yine de dolaylı vergilere yaslanan bir sistemin de sınırı vardır; şimdilerde yüzde 70'leri aşan bir oranın, özellikle maaliyetler üzerindeki doğrudan etkisiyle ekonomi üzerinde bozucu etkiler yapması, rekabet gücünü azaltması ve hatta kayıtdışını daha da arttırması muhtemeldir. Dolayısıyla sistemin kalıcılığı ve sürdürebilirliği yönünden vergi gelirlerinin dolaylı vergiler ile karşılanan kısmının yüzde 60'lara doğru indirilmesi ve doğrudan vergilerin de yüzde 40'a yükseltilmesi zorunlu görünüyor.

Tek çözüm gelir vergisinde

Dolaysız vergilerde artış sağlamadan dolaylı vergileri düşürmek pratikte mümkün olmayacağına göre, çabalar dolaysız vergiler üzerinde yoğunlaşmalıdır.

Dolaysız vergilerde Türkiye'nin uzun yıllar temel ikilemi, yüksek vergi oranları ve son derece dar bir vergi tabanı arasında sıkışmak olmuştur. Bu durum, hem mükelleflerin gönüllü uyumunu önleyerek vergi kaçağını artırmış, hem de ekonominin rekabet gücüne ve yatırım ortamının cazibesine sekte vurmuştur.

Aslında dolaysız vergiler deyince gelir vergisini anlamak gerekir. Kurumlar vergisi, gelir vergisinin bir uzantısı ve esas itibariyle gerekçesini dağıtılmayan kârların vergilendirilmesinde bulan tamamlayıcı bir enstrümandır; dağıtılan kârlar, şirket hissedarlarının elinde gelir vergisi ile kavranır. Ayrıca şirketleşmenin, kurumsallaşma düzeyini ve kayıtlı ekonomiyi arttırması nedeniyle caydırılmaması, mükerrer vergilemeye yol açılmaması gerekir. Geçen yıl yürürlüğe giren kurumlar vergisi değişikliği, bir yandan rakip ülkelere oranla rekabet dezavantajımızı gidererek oranı yüzde 30'dan yüzde 20'ye düşürmüş, öte yandan transfer fiyatlamasından vergi cennetleriyle mücadeleye kadar uzanan ve kamu çıkarını gözeten pek çok modern vergi düzenlemesini kabul ederek sağlam bir çatı kurmuştur. Bu çatı, uzunca bir süredir vergi gelirlerinin içinde yüzde 9-9.5 olan payı giderek yükseltecek özelliktedir.

Şimdi sıra gelir vergisindedir, ama gelir vergisinde reform çok boyutlu, çok zahmetli ve karmaşık bir süreçtir. Çünkü kurumlar vergisi gibi sınırlı sayıda ve gelişmiş, belli bir ölçeğe ve kurumsal kapasiteye ulaşmış bir mükellef kitlesi söz konusu değildir. Üstelik kurumlar vergisinin aksine, örnek alınacak homojen ve standart uluslararası uygulamalar yoktur; gelir vergisi, artan küreselleşme trendine rağmen, herkesin "milli vergi" niteliğinde kabul ettiği tek vergidir.

Türkiye'de kapalı ekonomi döneminin mütevazı büyüklükleri içinde vergi gelirlerinin yüzde 40'dan fazla bir bölümünü teşkil eden gelir vergisi, dışa açılma ve uluslararası piyasalarla bütünleşme sürecinde hızla büyüyen bütçeler ile aynı oranda arttırılamamış, 1991'de yüzde 42 olan pay 1995'de yüzde 30.4'e gerilemiştir. 1998'de ani bir sıçrama ile yüzde 37.7'ye yükselse de 2000'de yüzde 23.4, 2003'de yüzde 20.2, 2005'de yüzde 19.1 ve 2006'da yüzde 18.6 gibi sürekli azalan bir trend gözleniyor. Gayri safi milli hasılanın yüzde 4.5 kadar bir bölümüne tekabül eden bu yetersiz tahsilat, bileşimi açısından daha da düşündürücü. Vergi gelirlerinin yüzde 19'u olan toplam gelir vergisi içinde beyan yoluyla alınan vergi sadece yüzde 1'dir; geniş bir mükellef kitlesini kapsayan basit usul ise ancak binde 1'e yakın bir hasılat üretebilmiştir.

2001 sonrasındaki istikrar programı ve yapısal reform çabaları çerçevesinde bir yandan vergi idaresinde yeni bir örgütlenme stratejisinin (Gelir İdaresi Başkanlığı) yürürlüğe konduğunu, diğer yandan da 2003'de oluşturulup 2004'de yasal yapısına kavuşturulan Vergi Konseyi ile toplumsal kesimler ve mükellef kitlelerinin vergi reformu tasarımına ortak edildiğini görüyoruz. Kayıtdışı, finans sektörü vergilemesi ve kurumlar vergisi gibi gelir vergisi de baştan beri bu ikili yapılanmanın öncelikli programı içinde. Ancak aktif nüfusun neredeyse tamamını kavrayan gelir vergisinin başarılı bir biçimde yeniden tasarlanması, bu tasarıma bütün bu ilgili kesimlerin katılımının ve gönüllü uyumunun sağlanmasına bağlı. Sadece böyle bir toplumsal uzlaşma temelinde Türkiye'nin kollektif çıkarı için potansiyel vergi kapasiteleri ortaya çıkarılabilir, beyan usulü genişletilebilir, beyan edilen kazançların düşüklüğünü ve kentsel rantlar gibi olağandışı alanlardaki vergi kayıplarını önleyecek otokontrol sistemleri geliştirilebilir, basit usuldeki kısırlık ve tarım kazançlarındaki sistem dışılık önlenebilir ve nihayet kayıtdışılığın üzerine koordine bir strateji ile gidilebilir.

Herkesi daha da rahatlatacak bir düşük vergi tarifesini ancak o zaman tartışabiliriz.

(Kaynak: Dünya Gazetesi | 05.06.2007)

>> Duyurulardan haberdar olmak için E-Posta Listemize kayıt olun.

>> Uygulamalı Enflasyon Muhasebesi (171 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> SGK Teşvikleri (156 Sayfa) Ücretsiz E-Kitap: hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Apple Store 'dan hemen indir.

>> MuhasebeTR mobil uygulamasını Google Play 'den hemen indir.


GÜNDEM